SENA YIĞCI – YOL

Aldığımız yolu ardımızda kalan kızıllık yutuyor. Bize kala kala gittikçe kararan önümüz kalıyor. Dümdüz ovaları sağa sola savuran dönemeçlerden geçerek eski tip bir dobloyla süzüle süzüle yol alıyoruz. Sessizlik her birimizin ağzında bıçak gibi. Konuşursak kanıyoruz. Kimse ne kadar yolumuz kaldığından söz etmiyor. Kimse bugünden de söz etmiyor. Ve kimse yarından da söz etmeyecek.  Bunu ancak yol bitince öğreneceğiz. 

Çok uzun zamandır susuyoruz. Suskunluğumuz bunca keşmekeşi kaldıramayacak diye korkuyoruz. Geç kalmış bir şeyleri yol boyunca yanımızda taşıyoruz. Vardığımızda, her birimizin elinde üzerinden heveslerimiz geçmiş anılar olacak. Beklentilerimiz, aile olmayı beceremeyen mutluluklarımız, tek kişilik şaşkınlıklarımız, inandığımız, sürüp giden kurmacalarımız olacak. 

Biliyorum ki yol, bizi dinginleştirecek. İçimizde kaynayan denizlere yuvalarında kalmayı öğretecek. Dengesiz ve hırçın gelgitler gibi kıyıya vuracağız yol boyu. Hırpalanacağız, parçalanacağız ve dağılacağız dediğimiz yerde eve varacağız. Ev çünkü bir arada tutmalıdır insanı. Öfkesiyle, kiniyle, incinmişliğiyle bir arada tutmalıdır. Yoksa nasıl ev bellesin insan kendine yapay mutlulukları? Ev deyince, orada hür olmalıdır insan. Özüyle baş başa kalmalıdır. Bizim evde herkes kendiyle baş başadır. Annem, babam, ablam, ben… Kabuğumuzda çatlaklar vardır bizim. Bir gün bir yerinden kırılacak birimizinki. Belki hepimizinki… Sahi ne zaman böyle olduk biz? Ne zaman kabuklarımıza sıkıştık ve onları bile zedeledik yaşarken. Aslında biz diyecek bağlar kuramıyorum aramızda. İnsan, neresinden vurulduysa orası kanıyor. Ben evimden vuruldum. Bizim evde hepimizin yarası aynı yerden kanıyor. Ama yaralarımız bile kendiğilinde. 

                                                                                       ***

Gözlerim bir süredir, arabanın yarı açık camından asfalta takılmış sürükleniyor. Asfalt, bir ninniyi yineler gibi hep aynı tonda aynı melodiyle gözlerimi sürüklüyor. Yola akıp gidiyorum gözlerimle. Gözlerim, bir buğuyu taşıyor nedensiz. Ablam yanımda oturuyor, annem ön koltukta, babam şoför koltuğunda. Babam, zaten çizili olan yolumuzdan götürüyor bizi. Biz, yoldaki her taşı her sarsıntıyı babamdan biliyoruz. Şoför olmak belki böyle bir sorumluluk yüklüyor insana. Annem, arabadaki ölgün havayı tazelemek için bir şeyler fısıldıyor boşluğa. Annemin söyledikleri boşlukta asılı kalıp duruyor. Hava iyiden iyiye kararıyor. Yolların kenarında bir sokak lambası bile görememek insana sahiden nereye gittiğini unutturuyor. Birazdan hava tamamen kararacak ve biz bir siyah boşluğun içinde süzülüp gideceğiz. Köyden her dönüşümüzde böyle oluyor. Babam, toprağından sökülmüş bir fidan gibi boynunu büküyor. Söyleniyor, sarsılıyor, sorguluyor. Sanki yıllar evvel büyükşehrin ücralarında yaşama tutunmak için gecelerce çalışan, sırf on katlı bir apartmanın yedinci katından ev alabilmek için koşturup duran o değilmiş gibi. Sanki biz ondan evvel doğmuşuz ve onu köyünden alıp büyükşehrin kollarına bırakmışız gibi bize içten içe öfkeleniyor. Babam, şehre dönerken zincirlerini yeniden ayağına bağlıyor. Her birimiz, zincirlerin ağırlığını ve hiç susmayan sesini taşıyoruz yol boyu. Babam için şehirde olmak, kocaman sahte bir düzene hizmet etmek demek. Orada kendini kısıtlanmış, susturulmuş ve tekdüze bir yaşama mahkûm edilmiş hissediyor. Köyde bütün gün hiçbir şey yapmadan oturmak bile ona daha özgür daha huzurlu hissettiriyor. Bir hengamenin içinde ömür çürütüyoruz, diyor hep. Bunu söylerken yakındığı hengamenin bir parçası olduğunu unutuyor. Babam sahiden ayağında zincirlerle şehre sürgüne gönderilmiş bir mahkûm gibi yaşıyor. Bizden hep bir adım ötede duruşu, sözlerinin ardında hazır bulunan sitemkâr tavrı, aniden yükselip içine kapanışları hep bundan. Bizim ev dediğimiz yere babam dört duvar diyor. Bizim ev dediğimiz yerde babam ömür çürütüyor.  Öyle zamanlar oluyor ki babamın bizi bir avuç topraktan daha kıymetsiz gördüğünü düşünüyorum. Mal mülk sevdası değil onunki, toprağa yakın olmak istiyor. Yaş aldıkça huysuzlaşıyor, çekilmez biri oluyor. Hiç kimsenin adım atmadığı; doktorun, öğretmenin, marketin hatta şebekenin bile gelmediği bir yere gitmek, giderken de hepimizi peşinden sürüklemek istiyor. 

***

Nerede olduğumuzu tam kestiremesem de yolu hemen hemen yarıladığımızı tahmin ediyorum. Çok sürmeden hep durduğumuz o dinlenme tesisine geliyoruz. Suskunluğumuzdan bir nebze taviz verip midemizin durumunu konuşuyoruz. Dinlenme tesisinin ağır ve yoğun kokusu kimsede bir şey yiyecek iştah bırakmıyor. Yemek yemeyeceğimize karar verip tesisin yanındaki küçük camiye giriyoruz. Annem uzun uzun namaz kılıyor. İçerinin loşluğu altındaki ahşap görüntü insanın uykusunu getiriyor. Annem namazı bitirdikten sonra bize dönüyor. Aramızda kesik konuşmalar geçiyor doğrusu pek bir şey anlayamıyorum. Annem dua ediyor. Sonra yeniden bize dönüyor. Buradan gitmek istemediğini söylüyor ona boş gözlerle bakıyorum. Annemin söylediği hiçbir söze anlam veremiyorum, sözleri yine boşlukta asılıp öylece kalıyor. Camide bir süre daha oyalanıyoruz, bir süre bir saat de sürmüş olabilir bir ay da. Geçirdiğimiz ne idüğü belirsiz zamandan sonra dışarı çıkıyoruz. Yaz mevsiminde olmamıza rağmen sivri bir soğuk yüzümüzü ve ellerimizi çiziyor. Yeniden arabaya biniyoruz. Saat gece yarısını geçiyor olacak. Ne kalan yolu biliyoruz ne de vakti. Hep birlikte çıktığımız yolu ayrı ayrı alıyoruz. Aramıza kesik konuşmalar, kesik uykular, kesik duygular giriyor. Ben, annem, babam ve ablam, parça parçayız. Sabaha doğru beş gibi eve varıyoruz. Getirdiğimiz yorgunluğu deliksiz uykulara yatırıyoruz. 

***

Eve döndükten birkaç gün sonra…

Kabuğunu ilk kıran babam oluyor. Onu bir sabah yatağında ölü buluyoruz. Kuş gibi can vermiş, diyor annem. Babamın ayağından zincirlerini çıkarıp onu çok sevdiği köyüne götürüyoruz. Bu kez arabayı amcam kullanıyor ama gittiğimiz yollar hiç değişmiyor. Aniden evimizin ortasına düşen bu ölüm bile susan dilimizi çözmeye yetmiyor. Biz yine ağır ağır, sessiz iniltilerle, kendi içimize ağlayarak gidiyoruz. Babamı nihayet toprağına kavuşturuyoruz, birkaç gün onunla kalıyoruz. Sonra hiç kimsesiz bu yerde onu bir başına bırakıp şehre doğru yol alıyoruz.

Biz artık şehri en büyük günahımızmış gibi sırtımızda taşıyoruz.

Kategori:

Henüz bir yorum yok!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son yorumlar

Görüntülenecek bir yorum yok.